ZAMAN KAPSÜLÜNE SIKIŞMIŞ ÜLKE KARADAĞ

 

              Hani bazı insanlar vardır her şeyi kader böyleymiş diyerek boş bir yazgıya bağlarlar. Onlara ne gösterirsen göster, çözüm yollarını göremez ve “ben böyleyim” derler. İşte tam böyle bir ülkeden bahsedeceğim size. Osmanlı istilalarına karşı kurduğu kaleleri yüreğine de inşa etmiş ve bir zaman kapsülünün içinde tıkılıp kalmış küçük bir toprak parçası. Ben Tanrı’nın elinin dokunduğu o minik cennet toprağına gidip, içine sızmış zebanileri izledim şaşkınlıkla. Yereller ve Avrupalılar oraya Montenegro diyorlar. Biz Türklerin söylemiyle ise Karadağ.



            Yolculuğumuzun ilk durağı Tivat Havalimanı’ndan Budva şehri oldu. Yol boyu Adriatik’e uzanan dağlar ve bakir topraklar bende heyecan uyandırdı. Dağlardan süzüle süzüle girdiğimiz Budva’ya karşı her yeni yer gibi çok heyecanlıydım. Bavulları otele atıp hemen mucizelere koşmak istiyorduk arkadaşlarımla. Tabi karşımıza çıkacak hoş geldin sürprizinden tamamen habersizdik. Otelden çıktığımızda hemen yanındaki sebze meyve satan sürgülü cam kapıları kapalı markete “Aaa neler satıyor acaba” diye yaklaşıp baktık. İçeriden kapının açılmasıyla İngilizce “Kapalı yazıyor görmüyor musunuz” diye bağırıp 3 kadına Türkçe “Siktir” diye bağıran çirkin adam gezi anılarımın en bomba karakteri oldu şimdiden. Olur böyle şeyler canım Çağdam! Bir ülke bir kişiyle değerlendirilmez diyerek devam ediyorum yolculuğuma. Budva sahiline indik. Aman Tanrım burası bir zaman kapsülüne sıkışıp kalmış gibi…  90’lı yıllardayız. Sanki yaş 17 ve Akçakoca’da heyecanlı bir gencim. Bak ileride eski dostlara rastlayacağız, biraları alıp sahilde sabahlayacağız. İşte böyle bir yer Budva. Sahile dizilmiş restoranlar, ileri geri yürüyen insanlar, gurup halinde gençler, sokakta elinde bira içen turistler. Bir yanıyla çok güzel, bir zamanın dejavusu gibi, bir yanıyla da zamanın sihirli değneği buraya hiç dokunmamış gibi… Merit ve Swiss otelin -ki bildiğim kadarıyla Merit Türk- dev inşaatları ve lüks tekneleri olmasa resmen uçakla değil zaman makinesiyle seyahat etmiş gibiyiz. Hizmet sektörü çoğunlukla kötü, yabancıya ya da Türk’e karşı olan tavır genel olarak kötü, İngilizce kapasitesi kötü… İnsanlar aşırı soğuk, göz teması bile kuramıyorsun. Bak sen şu kaderin işine 90’lar böyle miydi yoksa ben mi unuttum? Ah kusura bakmayın insanoğlu lükse çabuk alışıyor değil mi? 😊 Adriatik muhteşem. İnsanlar birbiriyle göz kontağı bile kurmadığından rahatsız edilmiyorsun. Yani kıskanç koca karısını, utangaç kadın en açık mayosunu - bikinisini, içi geçmiş yaşlı insan şemsiyesini alsın gelsin… Enfes yüzülür burada. Kafa da dinlenir. Ama sosyal hiçbir atraksiyon beklemeyin. Kültürlerini öğrenmeyi, bir ufak kahkaha atmayı beklemeyin yani. Siz gurupça ne kadarsanız o kadar mutlusunuz bu şehirde. Bu arada unutmayın tüm o kaleler Osmanlı’dan korunmak için yapılmış. Tabi o zamanlar Osmanlı dediğimiz şey Libya ve Tunus. Hala İstanbul’daki Dersaadet konudan çok uzakta 😊 Açıkçası çok iyi bir pizza, güzel bir risotto hariç yemeklerinde de yakalayabildiğim enfes bir tat söyleyemeyeceğim. Ama Budva’ya giderseniz Ploce Adasına yüzmeye gidin. Sakın tur şirketine kanmayın. 8 Euro gidiş, 8 Euro geliş. En azından bir adada deniz ve parti keyfi yaparsınız. Haydi biraz Kotor’a doğru yollara düşelim ama mutlaka bu yazımı Budva ile bitireceğim.



            Kotor belli ki Budva’dan daha lüks. Dev tekneler güzel binalar var. Bak sen şansa sular patlamış her yerde kanalizasyon mu ne olduğu belirsiz bir su var. Etrafta artık İtalyan ve Almanları da görüyoruz ama onlar kahve içebiliyor bize yok. Su yokmuş 😊 Tarih dinliyoruz yine ana konu Osmanlı. Şaşırdık mı? Bu arada yollar dar ve yürürken erkekler bize çarpıyor bayağı omuz atar gibi. Hiçbir özür cümlesi yok. Sırp istilasında gibiyim 😊 Tur rehberimiz Bosna Hersekli. Türkçe öğrenmiş. Türkiye’ye aşıkmış. Gezdiğimiz yerlerden çok Türkiye’yi anlatıyor ve inanır mısınız Gaziantep’te harika bir tatlıcıyı yemiş😊 Haydi Perast’a gidelim.



            Sırada Perast var. Aşıklar şehri. Gerçekten burası aşıklar şehri olabilir. Hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden birisi. Adriatik’te bir cennet. Yürüyüş yolu İstiklal Caddesi kadar bile olmasa da işte geldik cennetteyiz. Ülkenin tüm olumsuzluklarına rağmen bir tekneyle buraya gelebilirim. Bir ev kiralayıp bir süre Adriatik’te yüzebilir ve şık restoranarında Türkçe menüleri ve sıcak tavırlarıyla yemek yiyebilirim. Burası buram buram para kokuyor çünkü ve paranın girdiği yerde soğuk hava kırılıyor. Ama yine de aynı şeyi Göcek’te, Çeşme’de Bodrum’da daha klas bir şekilde yapabilirim sanki 😊 Yazımın içeriğinden milliyetçilik gibi bir tavır takındığım sanılmasın ben tüm tatil boyunca İrlanda’yı özledim. Kuzeye uçasım geldi. Öylesine soğuk ve farklı. Haydi Tivat’a gidiyoruz.

            Tivat’ta çok az zaman geçirebildik ama sanırım Karadağ’da geçirdiğim en sempatik ve en keyifli anlar ordaydı. Restorant bir anda medenileşti. Barmen komikleşti. Perast’ta kafamıza göre bölerek ödeyemediğimiz hesabı burada istediğimiz gibi ödeyebildik. Barmen menüde olmayan kokteyli bana hazırlama jestinde bulundu. Ne sorsak cevap aldık. Anlaşıldı para ruhlar arasına koyduğumuz sınırları yıkıyordu. Haydi otelin olduğu yere Budva’ya      geri dönelim son günümüz.

            Budva’da geçirdiğim son gün plajda Türkçe öğrenmek isteyen ve bana Türkçe kelimeler soran bir plaj görevlisiyle bir tık daha sevimliydi. Deniz yine bir harikaydı. Arkadaşlarım aşırı yorgun olduğu için tek başıma keşfe çıktığım bir akşam geçirdim. Bu tatil bana İrlanda ile ilgili duygularımı çok fazla hatırlattı çünkü ben orada Türkleri 4 ila 6 ay arasında özlemeye başlamışken Karadağ’da 4. Gün ilk gördüğüm Türk’e sarıldım. Oldukça hoş bir barda tek başıma viskimi içerken bir baktım ki sosyalleşmeyi garsonlar sağlıyor. Davetleri bir pavyonmuşçasına barmenler getiriyor. İnsanların selam vermeye gücü yok. Hatta göz göze bile gelmiyorlar. Tam bu gördüklerimi beynimin süzgecinden geçirirken Türkçe şöyle bir cümle duydum: Siktiğimin ülkesinde sıkıştım kaldım. Bu ne ya?” Bunu söyleyen Türk’ün yanına gittim ve “Sen de mi Brütüst” dedim. Bayağı güldük mekan kapanınca da bir gece kulübüne geçtik. Orda Türk arkadaşım ayakta duramayacak kadar sarhoş olunca ben de “Sen git ben viskiyi bitirip ayrılırım” dedim. O gidince gittiğimizden beri bizim masaya – Yani bana- asılan Karadağlı muhtemelen 25 yaşında olan şahıs geldi uygunsuz davranışlarla. Kibarca kendisinden rahatsız olduğumu söyledim. “Kaç Para” diyerek geri döndü. Ben de tüm tatil içimde kalan “Fuck off” ve işaret çekmeyle oradan çıkarak tatili bitirdim… Açıkçası bu deneyimler bende bir ilk.

            Nasıl başlamıştım: Cennete sızmış zebaniler… Bu ülke bana tam olarak içimizdeki şeytanları hatırlattı. Hani hayat sana ne verirse versin elinin tersiyle itersin ve sonra da söylenirsin ya işte böyle bir yer burası. Buradaki insanlar kendilerine verilen hediyeyi kullanmayı bilmeyen mutsuz tipler… Belki Slav ırkı böyledir bilemem ama selam olsun Adriatik’in o küçük güzel kasabasına, bir ülke olmak için çok yolu var. Ayrıca selam olsun Osmanlı İmparatorluğu’na yüzyıllık nefret inşa etmekte üstüne yokmuş… Ama yine de gücünün verdiği korku asırları aşmış. Koltuklarım kabarmadı desem yalan olur. Yine de ve yeniden İstanbul’a ne kadar aşık olduğumu fark ettim. Zaman şehri yerle bir etse bile İstanbullu bilir içindeki sihri. Yollar yine beni sana aşkla getirdi Ya Şehr-i İstanbul, benim olan, gurur duyduğum. Çok şükür Osmanlı İmparatorluğu'nun geçmişteki o korku salan gücüne de İstanbul'un büyülü gururuna da... Hala bizi sevemeyenleri biz ihya ediyor gibiyiz ne dersiniz? :) 





           

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İRLANDA MASALI GERÇEK MİDİR?

TAHRAN’DA İKİ GÜN