TAHRAN’DA İKİ GÜN
Türkiye’nin doğusunda içine kapalı
ve sessizce duran bir komşusu vardır. Siyasal islam korkusu taşıyan herkesin
örneği ve korkulu rüyası, ülkem topraklarında çoğu kişinin Arap milletinden
bile ayırt edemediği İran. Radikal İslam denilince ilk akla gelen ülke! İrşad
Devriyeleri’nin sokaklarda ahlak polisliği yaptığı ülke. 2022 yılında Mahsa
Amini isimli 22 yaşında bir genç kadının "başörtüsü kurallarına
uymadığı" gerekçesiyle polis tarafından öldürüldüğü ülke. Pers İmparatorluğu’nun
son hali! Radikal İslam’ın son kalesi. Birisi bana bir gün bu ülkeyi ziyaret
edeceğimi söylese, kahkahalarla gülerek “Dalga mı geçiyorsun benimle” derdim.
Ama huyum kurusun ben benden beklenmeyen şeyler yapmakla meşhur birisiyim. En
yakın dostlarımdan birisi “Ne dersin benimle İran’a gelmeye” diye sorduğunda
hem dostluk duygusunun gücüne, hem de gizeme duyduğum yoğun ilgiye yenik
düşerek kendimi 2 Nisan 2024 Salı günü Tahran’da buldum. Bundan sonrası sadece
şaşkınlık!
İran’ı görene kadar bize en çok benzeyen milletin Yunanlılar olduğunu düşünürdüm. Oysa bir de Farslılar varmış. Tahran’da geçen 2 günüm boyunca tuhaf bir hüzne büründüm. Bu ülkeyi görünmez bir fanusun içine almışlar gibiydi. İçerdekileri sebepsiz ürküten, dışarıdakileri de kendilerinden bihaber hale getiren anlamsız bir fanus… Öncelikle şu konuda anlaşalım bu bir Arap Kültürü değil. Ülkede bulunduğum 2 gün boyunca, aldığım sayısız mesajdan algıladığım en önemli birkaç şey şunlardı: Birincisi ülkenin rejimine karşı duyulan büyük korku, ikincisi ise gözlerde canlanan altınlarla dolu Arap kültürü. Altın rengi camiler gördüm evet ama altından evler görmedim. Neredeyse hiç turist ağırlamayan bu ülkenin insanlarının Türkiye deyince gözlerinde ışık parlıyor. Öyle bir ışık ki kaldığım otelin lobisinde bir adamın sözleriyle en güzel tasvirini buluyor: “Lütfen benim için benden selam söyle denizine, gökyüzüne, toprağına o güzel İstanbul’un” … Çoğu kişi İngilizce konuşamıyor ama Türkiye’den olduğunu fark edince “Hoşgelmişsen” diyor İran’ın %80’inini oluşturdukları söylenen Azeri Türkleri. Tahran’da tamamen bizlere benzeyen kadınlar gördüm. Etrafa kötü gözle bakan insanların genel olarak iktidar yanlıları olduğunu anlamak zor değil ama o kadar azlar ki muhtemelen sadece devlet için çalışanlardı bunlar. Evet, eşarp hep boynumdaydı ama çoğu yerde takmadım desem yeridir. Çünkü 2022 yılında başlayan isyanlar işe yaramış ve kadınlar başörtüsünden inanın bizim ülkeden daha çok uzaklaşmış. Örtünme şekilleri bizimki gibi değil. Sadece başa atılan bir eşarptan ibaret ki onu da sadece zorunluluktan taşıyor gibiler. Ramazanda acaba yemek yiyebilir miyim dediğim İran’da oruç tutan kaç kişi vardı merak ediyorum. Açık olan tüm restaurantlar doluydu. İranlı arkadaşımızın bana söylediğine göre artık İran’da İslam inancı %10’lara kadar düşmüş. Bu da bana şunu düşündürdü: Radikallik söz konusu konuyu bir gün mutlaka öldürecektir. Bu arada çoğu restaurantta sigara içmenin masalarda serbest olduğu yerler var ve kül tablası içine kahve dökülmüş olarak getiriliyor. Böylece koku engelleniyormuş. Gittiğimiz Shandiz Galleria isimli şık restaurantta çantalarımızı alıp masa askılarına koymalarının yanı sıra montlarımız için de masanın yanına aşağıda paylaştığım fotoğraftaki gibi bir askı getirmeleri bana oldukça ilginç geldi.
Porsiyonlar çok büyükler bu arada. Et Türkiye’ye kıyasla oldukça ucuz. Temizlik anlayışları bize oldukça yakın ve girdiğim her tuvalet çok temizdi diyebilirim. Taharet musluklarının duş başlığı şeklinde yan tarafta bulunması ülkede gördüğüm en ilginç şeylerden bir diğeriydi.
Kaldığım Esteghlal International Otel'de uluslararası ülke bayraklarının dizilimi şöyleydi: Önce İran sonra Türkiye. Otelde kadın pedinden, diş fırçasına, taraktan, törpüye kadar bence çoğunlukla Türklerin ihtiyaç duyacağı bir sürü şey vardı. 2. Günümde yemeği şehir merkezinde Rebelan diye bir restaurantta yedik. Ramazan sebebiyle sadece iftar veriliyordu. Ama o da bizim iftarımızdan farklı olarak açık büfe self servis şeklindeydi. Ne yalan söyleyeyim İran’da çok yemek yedim. Sushi bile yedim. Sushiant gerçekten İstanbul Etiler klasmanında bir sushi restaurantıydı. Buraya gelirseniz siz de kesin çok yemek yersiniz çünkü lezzetli ve bol kepçe yemeklerini kesinlikle beğenirsiniz diyerek başka bir konuya geçmek istiyorum. Sadabad Sarayı... Şah Pehlevi’nin
son evi… Devrim öncesinin İran’ı! Tahran'ın en kuzey bölgesindeki yerleşim olan
Şemiranat Şehristanı'nda yer alan sarayın bulunduğu mahalle de inanılmaz
derecede nezih ve güzel bir mahalle. Benzer mimariye İstanbul’da, Yeşilköy’de,
Boğaz’da, Etiler’de rastlayabilirsiniz. Bu ülkede pek çok şeyin fotoğrafını
korkarak çektim. Bazen fotoğrafını çekmek istediğim yerlerin devlet mülkü
olduğu için yasak olduğu söylendi. Görüntüleyebildiklerimi yazının aralarında
paylaşacağım. Sadabad Sarayı’na girerken aşağıda fotoğraflarını paylaştığım
müzeyle giriş yapıyorsunuz. Şeriat’ın Şah’ın bir CIA ajanı olduğunu ve halkına
türlü işkenceler yaptığını gösteren ve şeriatın öldürdüğü ajanların
fotoğraflarının olduğu bir müze. Ardından Topkapı Sarayı’ndan bile daha fazla
araziye sahip dev mülke giriş yapıyorsunuz. Yürünerek gezilebilecek gibi değil.
Dağların eteğinde kocaman bir orman ve içinde çeşitli binalar. Şimdilerde
kimisinde silahlar, kimisinde tarihi kıyafetler, kimisinde ise Şah’ın
koleksiyonları sergileniyor. Kısıtlı süremiz ve işlerimizin yoğunluğu sebebiyle
hepsini gezmemiz mümkün olmadı ama söylemeliyim ki Şah’ın araba koleksiyonu göz
kamaştırıcıydı. Bir anlatıcı olmadığı için çok fazla detay anlatmam mümkün
değil ama kendi gözlemimi şöyle dile getirebilirim. Şah’ın kendi evi bize çok
yabancı olmayan o dönem mobilyalarıyla süslü ve aynalarıyla dikkat çeken bir
ev. Orada Atatürk’ün resminin olduğu bir pano görmek ve Küçük Ağrı Dağı’nın kendisine
dostluk için hediye edildiğini okumak gurur vericiydi. Motosikletiyle dünya
turu yapmış şimdilerde birisi 94 yaşında diğeri de ölmüş 2 kardeşin İran’a
getirdikleri eşyaların saklandığı müzeyi gezme şansım olamadı ama hikayesini bir
youtuberdan dinlediğim için kapısında bir fotoğraf çekindim. Saraydan çıkarken
belirtmeliyim ki bizimkisi turistik bir tur değildi. Yakın arkadaşımın iş
gezisine eşlik ettim. Dolayısıyla eminim Tahran’da keşfedilmemiş pek çok şey
bıraktık da geldik.
Bir daha İran’a gitsem Persopolis’i
gezmek isterim ama bir daha bu ülkeye uğramak ister miyim o kısım tartışmalı.
Çünkü insanlar ne kadar misafirperver ve uğranan mekanlar ne kadar modern
görünürse görünsün bu ülkede tetikte hissediyorsun. Bunu en iyi anladığım an
restaurantın kapısında kahkaha attığımız andı. İranlı arkadaşımızın gözlerinde “Lütfen
içinizden gülün” derken ki tedirginliği gördüm. Ayrıca kendim akşamları çıkıp
gezmeye pembe saçlarımla cesaret edemedim. İnsan kendisini tüm sıcakkanlılığa rağmen tekinsiz hissediyor bir şekilde burada. Barışın ortasına
aniden düşebilecek bir bombanın yakınında olmak gibi. Bu fikrimin doğruluğunu
da ülkeden çıkış yaparken kara çarşaflı İran Devrim Muhafızı olduğunu
düşündüğüm kadınlar tarafından tacizkar ellemelerle aranmam doğruladı. Bana
özel değil, herkese yaptıkları bu muamele çağın oldukça dışında. Şark hep olduğu
yerde şark maalesef. Önerim bu güzel ülkeyi bir fırsat bulup gezmenizdir ama
yanınızda bir İranlının olmasına özen gösterin. Gezin çünkü hep söylediğim gibi "Hiçbir şey gerçekten göründüğü gibi değildir özünde".
06.04.2024 / 17:45 / Beyoğlu
H AYDIN
YanıtlaSilSüper akıcı bir üslüpla yazıya dökülmüş çok beğendim
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Okuyan gözlerinize sağlık.
Sil