İRLANDA MASALI GERÇEK MİDİR?

               Benim hikâyemi bilenler bilirler ama bilmeyenler için baştan başlayayım. 30 yaşıma geldiğimde ani bir kararla çocukluğumdan beri içimde taşıdığım hayallerden birine uçmak istedim ve bavulumu elime alıp “Dünyanın en sevimli insanlarının yaşadığı” yer diye bildiğim İrlanda’ya uçtum. Sonrası; 2 yıl sonra, 2015 yılının bir Kasım akşamında, Şener Şen’in Amerikalı filmindeki gibi gelip ülkemin toprağını öptüğümü hayal ederek İstanbul’a geri döndüm. Şimdilerde kiminle tanışsam ya “Neden döndün” diye soruyor ya da “Aa orası benim hep gitmek istediğim yerdi” diyor bana. Sonunda ben de uzun uzun bu yolculuğu yazmaya karar verdim. Buyurun size “İrlanda gerçekten küçük kızıl cinlerin ülkesi midir” sorusunun cevabı…

                Öncelikle belirtmeliyim ki ben çok geç kalmışım. Kendisini değiştirmek, farklılaştırmak isteyen herkes mutlaka elinde olan imkanlara istinaden bir süre yurt dışında yaşamalı ve bu inanılmaz deneyimi tatmalıdır. İtiraf ediyorum karakterinin tamamen oturduğunu iddia eden ben dahi bir başka ülkede geliştim, değiştim, dönüştüm. Mevlana’nın da asırlar önce söylediği üzere “Her hayırda bir şer, her şerde de bir hayır vardır”. İşte ben de ülkeme döndükten tam 6 ay sonra, şerlerimin hayır kısımlarının benliğimce özümsenmesinin ardından bu yazıyı yazmanın zamanı geldiğine karar verdim.
               Yok, dostlar bir masal ülkesi yok. Varsa da ben henüz bulamadım. İşin aslı masalı masal yapan içindeki kahramanıymış. Şimdi size anlatacağım hikayede ben bir roman kahramanı olsaydım adım kesinlikle Don Kişot olurdu. Üç maymunu oynayanların ülkesinde yel değirmenlerine karşı enfes bir kahramanlık savaşı verdim diyebilirdim.

               Viski kokan şarkıların, yağmurların, alkolün, Katolik inancının delilik sınırına vardığı zamanlardan geçmiş inançsız insanların, cimriliğin akılları zorlayacak şekillere girdiği anların, soğuğun, eski püskü kahve havasındaki barların ve açıklanması zor bir mutluluk maskesinin satıldığı tek yer olmanın gururunu taşıyan insanların vuku bulduğu ülkeye hoş geldiniz!


               Eğer İrlanda’ya bir turist olarak gittiyseniz gördüğünüz her şeye şaşırır, keyif alır, özenir hatta katılırsınız. Barlarda hiç tanımadığınız insanlarla sözde dostluklar kurar, yolda çığlık atan insanların özgürlük algılayışlarına özenir, sabah yüzünüze gülümseyen insanların kapı komşunuz olmasını dilersiniz. İnsanlar sarhoşken sokaklarda bağıra bağıra şarkılar söylediklerinden ve üzerlerinde hayvan şeklinde tulumlarla barlara gittiklerinden Türkiye’de yapamayacağınız bu tip garipliklerden hoşlanadabilirsiniz.

               Tüm bu gülümsemeleriniz ve şişirilmiş mutluluklarınız cebinizde bir ton para dahi olsa bulamadığınız temiz, güzel bir yaşam alanının eksikliğiyle azalmaya başlar önce. Daha sonra şu özgürlük karşıtı dediğimiz ülkemizde bile rahat rahat söyleyebildiğimiz şeyleri dile getirdikten sonra maskesini düşüren sahte samimi İrlandalılar ağzınızı beş metre açık bırakabilecek bir performans sergilemeye başlarlar. Yine de aralarından kendinize uygun birkaç deli bulup da dost olduğunuzda dedikodunun hiçbir yerde yapılamayacak kadar sağlamı nasıl olur deneyimini edinirsiniz. Tabi bunu yapan sevdiğiniz insanlar olduğu için önemsemeyeceksiniz üzülmeyin. Benim gibi alkolü seven biriyseniz başlarda şehrin ritmi çok hoşunuza gidecektir muhakkak. Sarhoş olmakta sorun yok, sarhoşken yapılan hiçbir şeyin özrü yok ve içmek asla bitmeyebilir. Bu birkaç ay ya da ilk sene harika görünebilir. Ta ki alkolik olmaya başladığınızı keşfetmenize kadar ya da alkolik bir İrlandalıyla yollarınız kesişene kadar. Alkolik olma yolunda olduğunuzu göbeğinizden aldığınız en az 8-10 kilodan başlayarak, her gün sudan sebeplerle de olsa içmenizden ve devirdiğiniz şişelerin limitlerinin olağanüstü çoğalmasından kolaylıkla anlayabilirsiniz. Alkolikle karşılaştığınızda ise durum şuna döner; Yanınızda Cuma gecesi içmeye başlayan, hiç yemek yemeden ve uyumadan bu duruma Pazara kadar devam eden bir adam ya da kadın belirir ve tabir-i caizse hayatınızın içine etmeye başlar. Çoğunlukla çenesiyle, bazen iftiralarıyla ve kim bilir daha neler nelerle.

               Hayat her ne kadar çoğu zaman alkol ve alkollü ortamlarla ve geyik muhabbetiyle aksa da zamanla işe ihtiyacınız olur ya da okulunuzda ciddi olmanız gereken anlar olur. Eğer siz haksızlıklara veya düzendeki bozukluklara dayanamayan biriyseniz bittiğiniz an geliyor demektir. Sen sen ol İrlandalıları asla eleştirme! Bu İrlanda’nın altın kuralı! Önce o hiç bitmeyen prosedürleri başlar. Karşı binanızda bile olsa insanlarla yüz yüze iletişim kuramayıp, e- postalar yazmaya başlarsınız ve haftalarca basit bir sorunun çözümünü bekleme anları gelir. Size her gelen cevap kelime oyunlarıyla aslında onların ne kadar kibar ve haklı insanlar olduğunu anlatır. Hatta sorunu direk dile getirirseniz kabalıkla suçlanırsınız. Bu ülkede 24 saat “Sik, siktir git, bok, sikerim” denebilir ama açık ve net olarak “Pardon bu durum yanlış” denemez. Anında bir şeylerle suçlanma ihtimalin olur ve bunlar genellikle; “Saygısızlık, şımarıklık, ırkçılık, vahşilik, kabalık… vb” sıfatlarla devam eder. Eğer tartıştığın mevzu bir şekilde dışarıya yansırsa daha önce sana gülümseyen kapıların hepsi sen daha sebebini anlamadan kapanır ve kendini hayatında belki de ilk defa “ucube” gibi hissettiğin anlar başlar. Yabancı ülkede yapayalnız olmanın ve ayakta kalmaya çalışmanın bir güzel yanıdır ki o sırada şans eseri çoğu başka ülkelerden (Özellikle Türkiye) olmak üzere birkaç sağlam dost edinmişsindir de barlarda “aynı kadeh aynı mey” şarkısını yalnız söylemezsin. Bundan sonrası hepinizin ortak olarak deneyimlediği bu garip ülke hakkında konuşmak, gülmek ve içmekle devam eder.

               Üstüne giydiğin her güzel kıyafetin, taktığın her takının, değiştirdiğin her eşyanın, harcadığın her bir gıdım paranın gözlemlenip sana şok olmuş ifadelerle ne kadar da şımarık olduğunun anlatıldığı ya da babanın parasının limitlerinin sorulduğu bir başka ülke var mıdır inanın bilmiyorum. Merak edenleriniz için söylüyorum ben öyle tiki falan değilim. Son derece sporla karışık, markasız kıyafetler giyen ve Kuruçeşme’de kıyafetinden dolayı bir mekanın kapısında kalma ihtimali çok yüksek biri olarak ben bunlarla karşılaştıysam ne yapar bizim sosyetikler inanın bilemedim.

               İrlanda’da yaşayan Türkler’den tanıştığım bir ağbimizin İrlandalı eşi benim sosyalliğime hayran kaldığını ve bunu daha önce hiç görmediğini söylemişti bana. Doğrudur çünkü ben bu şehr-i İstanbul’da girip çıkmamış ortam bırakmamış biri olarak İrlanda’yı kolayca ele geçirdim denebilir. Türkler’den bazılarının senelerce orada yaşayıp bir kere bile deneyimlemediklerini söyledikleri şeyleri bile yaptım Dublin’de. Mesela bir bar kapandığında tanınan biri değilsen genelde dışarı atılırsın. Fakat eğer seni sever veya aşina olurlarsa oralarda “lock in” denen bir durum vardır. Bar sahibi istemediklerini çıkartır ve geri kalanı jaluzileri indirmek suretiyle içerde sabaha kadar sigara serbest olarak misafir eder. Sayısını hatırlamadığım kadar çok deneyimlediğim bir olaydır bu. Veyahut saat gece 22.00 itibariyle marketlerin içki stantları kapatılır, hatta kitlenir ve içki satışı tamamen yasaklanır. Yerel barlardan sakinlerine bile satılmayan şişeleri gecenin bir yarısı yarı fiyatına satın aldığım da çok olmuştur. Bu ülkeye okumaya gelen arkadaşlarımın deneyimlediğini sanmadığım yedi sülalenin katıldığı lise mezuniyet partilerinden tut da yüzmekten, yerel insanlarla barda tombala oynamaya kadar içlerine karıştım. İtiraf edeyim ben İrlandalıları gülerken, içi genelde boş sohbetlerle oradan buradan konuşurken en çok barlarda bir geceliğine sevdim. Bir de barmenlerin beni hep hatırlayıp ben söylemeden istediğim içkiyi önüme koymalarını sevdim. Yarı İrlandalı yarı Amerikalı bir ailenin bana evlerini açmalarından sonra kendime kız kardeş bellediğim 18 yaşındaki çılgın kızlarını sevdim, bir de onun arkadaşlarını. Yarı İngiliz yarı İrlandalı bir adamı sevdim yıllarca İtalya’da yaşamasının vermiş olduğu Akdenizli haliyle. Gerisi Brezilyalı, İskoç, Amerikalı, Meksikalı, Alman, Fransız, İtalyan, Avustralyalı diye akıp giden uzun bir liste… Yani işin özeti 2 koca sene devir İrlandalıdan çok yabancı arkadaş edin…




               Tüm negatifliklerinin yanında yemyeşil çayırları, doğa harikası falezleri, puslu iklimi, neredeyse çoğu zaman esen rüzgarı ve yağan yağmuruyla bakir bir doğa harikasıdır İrlanda. Neredeyse her bir köşesini gezdim ve en çok Galway ile Lahinch’den keyif aldım. Sanki Dublin’den uzaklaştıkça daha bir güzelleşiyor ve doğallaşıyor insanları. Her ne kadar Dublinliler Galway hariç diğer yerden olanlara “Sheep shagger” (Koyun siken) diyor olsalar da bu sanırım şehirleşmenin insanlara her yerde yaptığı bir burun büyüklüğü. Ellerime değecekmiş kadar yakın duran gökyüzüyle konuştuğum gecelerde, bu toprakların biraz da mistik olduğuna inandım. Ne zaman bir İrlandalıdan kötülük görsem, çıldıran havasıyla konuştum. Denizinde kuğularla beraber yüzdüm. 2 sene boyunca bana kar yüzü göstermeyen soğuk kuzey havası, benim gittiğim gün, yıllardır gelen en sert kışı getirince “o da kızgın” dedim. Aralık ayının dondurucu soğuğu gelene kadar hiç ısıtılmayan evlerde soğuğa dayanıklılığımın limitlerini ölçtüm. Hayatımda çok ender rastlanacak kadar az olan Türk muhafazakar arkadaşlar edindim. İnsanı insan olduğu için sevmeyi öğrendim bir başka ülkede.  Bana çok şey öğretmiş ve öğretmeye devam eden, spiritüel bir bağlantım olduğuna inandığım insanlarla karşılaştım. İstanbul’un yoruculuğunun ardından her yere yürüyüş mesafesinde olmanın ve her an her dakika sosyalleşebilmenin tadını çıkarttım. İnsanları görsel yönlerinden ziyade ruhlarıyla değerlendirmeyi öğrendim. İrlandalıların en kaliteli bulduğum yanıdır özgürlüklere olan saygıları ve görsel güzelliği bizim kadar abartmamaları. Hoş kadınlar anormal bir süs ile gezerler Dublin sokaklarında. Bu yüzden bilemiyorum belki kendi içlerinde farklıdır bu durum. Kadın ve erkek kesinlikle eşittir bu ülkede. Kadının kazanılmış zaferini gördüm. Saygı duydum. Kesinlikle katılıyorum Galwagians yani Galway’den olanlar toprağın şanslı kesimidir, güzel yaratılmışlardır. İrlanda’dayken dinlediğim ve en çok sevdiğim İrlanda şarkısını da bu yazıya eklemek isterim bu sebeple.


The Galway Girl

Well, I took a stroll on the old long walk
Of a day -I-ay-I-ay
I met a little girl and we stopped to talk
Of a fine soft day -I-ay-I-ay
And I ask you, friend, what's a fella to do
'Cause her hair was black and her eyes were blue
And I knew right then I'd be takin' a whirl
'Round the Salthill Prom with a Galway girl

We were halfway there when the rain came down
Of a day -I-ay-I-ay
And she asked me up to her flat downtown
Of a fine soft day -I-ay-I-ay
And I ask you, friend, what's a fella to do
'Cause her hair was black and her eyes were blue
So I took her hand and I gave her a twirl
And I lost my heart to a Galway girl

When I woke up I was all alone
With a broken heart and a ticket home
And I ask you now, tell me what would you do
If her hair was black and her eyes were blue
I've traveled around I've been all over this world
Boys I ain't never seen nothin' like a Galway girl



Uzun sözün kısası zaman zaman özlediğim anılar, anlar ve güzellikler de vardır Dublin sokaklarında ama ben bu sevdadan gönüllü vazgeçtim. Eğer benim gibi kapısındaki ağaca bile sevgi besleyen, sokağındaki delisine bile alışkanlık edinen biriyseniz, zaman zaman siz de yıllarınızı geçirdiğiniz yerleri özlersiniz. Hepsi de budur. Bitmiştir, tükenmiştir.

               Yazımı dil okullarını kesinlikle önermediğimi, hepsinin sadece yaldızla parlatılmış, son derece kötü işletilen para tuzağı kurumlar olduğunu belirterek bitirmek isterim. Türkiye’de belli bir sosyal statüden gelen, eğitimli, orta sınıf düzeyinde veya üstünde belli yaşam standartları olan bir ailenin çocuğuysanız ve yabancı özentisi değil insan gibi insan sevdalısıysanız, bu ülkede yapabileceğinize inanmıyorum ama deneyimin iyisi kötüsü olmaz. Belki siz çok şanslısınızdır da karşınıza hep muhteşem insanlar denk gelir. Bir şey daha var ki sakın 1 sene bitmeden karar vermeyin neyin ne olduğuna ;) Tatilse derdiniz gidin, mutlaka Kehoe’s bara uğrayın. Barmen David çok keyiflidir. Bunalımda olduğunuzda sohbet eder sizinle ya da etmez emin değilim. Ben barın müdavimlerinden olduğumdan kriz anlarımı hep orada atlattım. Dún Laoghaire’ye gidin, teknelere benden selam yollayın. Dalkey denen enfes ilçeye gidip latte için. Bir İrlandalı size “nasılsın” diye sorarsa cevabı beklemeyecektir. Gülüp geçin. Sizi ertesi gün bir yere davet eden kimseye inanmayın. Barlar kapanınca evlerde olan after partylere sadece iyi bir içiciyseniz katılın, plak sevdalısıysanız Rathmines’dan Dublin merkeze kadar olan tüm charity dikkanlarını gezin. İnanın bana en fazla 2 Euro’ya enfes plaklar bulacaksınız. Book of Kells bir hayal kırıklığıdır. 8 Euro’nuza kıyarsanız uğrayın ve dinler konusuna hiç bulaşmayın. Haydi iyi yolculuklar J





               

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAHRAN’DA İKİ GÜN

SİRİUS

EYLÜL BAKIŞLI KIZ