Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MAVİ KIRMIZI

Dökülüyor ellerimden kelepçeli bir sonbahar, Firari ruhum, bilmediği coğrafyalara... kalbim neden özlendiğini bilmeyen anıların istilasına uğruyor, bir okkalı küfür etsem anlar mı haddini diye debeleniyorum kırmızıya..... Mavi inadına masallar söylüyor  Yakamdan düş! feryadı hiç yaramıyor.... Yokluklardan hiçliklere yazılmış satırlar var kağıtları karaya çalan Sen geliyorsun aklıma Hangi sen? Hang i mevsim? Hangi gözyaşı? Bu hikayede hiç sevinç yok muydu? Rövaşata yapmayı özlemiş beyazlara bulandı ellerim Türkçe'sini yitirmiş köşe başlarında... Sana seslenecektim bir kaç gündür seni arıyordum sana uyuyordum... ta ki senin s'nin baş harfini unuttuğumu fark edene kadar... Sen! Sonsuz bir girdaptan düşüyor gibisin... Bu deniz ben değilim... Dolunay da tanıdık değil... Gece soluyor ruhum gündüzle sevişesi yok... senin unutulan baş harfini de aramaya niyeti yok dilimin... Yine gece oldu sevgili... Herkes uyurken uyandık birlikte... Yine müzik şiire düştü sevgilim! Şimdi kim

SEVGİLİYE

Resim
             Sana şiirler biriktiriyorum içimde. Yolculuklarımı anlatıyorum sessizce, kırgınlıklarımı süpürüyorum seninle, denize bakıyorum gözlerinle, toprağa dokunuyorum ellerinle… Ben hep seninleyim… Kalabalık yalnızlıkların görkemli sanılan uğultularını susturuyorum seninle. Uzun yolculuklarda yüzüme vuran güneş ışığı gülüşünün cazibesini hatırlatıyor bana. Gece yarıları dinlerken uyuyakaldığım müziklerin melodilerinde arıyorum seni ve sen! Her gece sarılıp uyuduğum sen! Sonsuz bir girdap gibi sessizliğimsin, arsız bir sokak fahişesi gibi çığlıklarımsın… Bağırsam da duymuyorsun, sussam da… Dünyanın neresinde yaşadığını bilmeden, hangi lisanın senin olduğunu bilmeden, hangi Tanrı’ya taptığını bilmeden özlediğim sen! Sana gelmek için tüm yollar, sana seslenmek için öğrendiğim diller, sana ulaşmak için edilen tüm dualar… Boşalan şişelerin dibinde senin özlemin var. Dokunulan ellerin coğrafyaları seninkinden soğuk ve özlenen hiçbir şeyin toplamı sana varamıyor. Seni Fransa’nın

AYLA DANS EDENLER

Resim
Kimileri genele göre normal dışı olarak algılanırlar. Kimilerinin hayatı çoğunluğun gözünde uçuk kaçık ve manasızdır. Ama aslında o sıra dışı görünümlü deli ruhlar, en parlak kalabalıkların görünmeyen büyük yalnızlarıdırlar. Hiçbir zaman tek düze bir hayatları olmadığı için çoğu zaman kendileri bile neyi aradıklarını bilemezler. Kendi öyküleri öylesine gizemlidir ki onlar için, başkalarının roman olur sandığı hayatları karşısında daha da derinleşir yalnızlıkları.                 Bizler İstanbul balo salonunun maskeli yüzleriyken huzuru hayal edenleriz. O kelimenin anlamını bile bilmediğini fark etmez çoğumuz. Huzur nedir ki? Kimisine göre onu anlayacak bir sevgili, kimisine göre para, kimisine göre daha sakin bir hayat… Oysaki bu balonun sakinleri sahneden indikleri anda zehirli şehrin görünmez parmaklıklarına dayanırlar ve derler ki “senin salonundan uzakta huzurlu ölemem”… Öyledir de nefessiz kalırlar başka diyarlarda, başka insanlarla. Çoğu gidebildiği en uzak yere gidip yine

MASALDA Kİ PRENS

Resim
Yıllar önce sakin başladığını sandığım bir yaz mevsiminde hayatım alt üst olmuştu. Doğru bildiğim her şeyi kaybettiğim enteresan sıcak günlerden geçiyordum. Ölüme şahitlik etmiştim. Duygularımı tanımlayamıyordum. Tek istediğim gökyüzündeki yıldızlara kadeh kaldırıp oradan bana bakan arkadaşıma şerefe demekti. “Senin yaşamayıp gittiğin ve benim inadına yaşayacağım hayata şerefe!” Öyle zor duygular, öyle karmaşalarla dolu bir yazdı ki masallardan çıkıp gelecek biri lazımdı. Sihirli değneğiyle “hokus pokus” deyip hayatımı değiştirebilecek biri…                 Tam da böyle bir zamanda rastladım sana. Derin mavi gözlerinde ufuk çizgisinin ardındaki o gizemli ülkeyi gördüğüm, gülüşüyle gökyüzünün cennet diyarlarına uçtuğum bir masal kahramanıydın sen! Gördüğün şey rüyaysa uyanmak zorunda kalırsın elbet. Mavi gözlü prens hiç uyanmak istememişti oysaki… Ta ki ben yeniden kendimi zehirlemeye karar verene kadar…  Hiç unutamadığımız başka evrenlerden çalıntı bir gecenin rüyasını 3,5 sene

RESİMDEN DAMLAYAN YAĞMUR

Resim
Adamın adı yok… Saklanması gerekti saklandı… Aynı aşkları gibi masadaki içkileri ve sevişmeleri de yarım kaldı… Kadının kendi içindeki tutkudan haberi yok... Masa erken boşaldığında giden sevdiği miydi yoksa düşleri mi bilemedi. Her aşkta biraz daha kaybediyor kadın. Her bitişte biraz daha hırçınlaşıyor ruhu… Mavi gökyüzüne kadeh kaldırıp, mutlu günlere içilerek başlamıştı aşkları ama gecelerin kasveti çöktü aşka…                 Çok sevdiği bir şeyleri hatırlatıyordu adam kadına. Hayatında sadece bir kereliğine gerçekten kendisi olduğu o unutulmaz geceyi. Mavi denizi, müziği ve günün ilk ışıklarını… Bir daha, bir daha hiç uyumasın istiyordu… Bir kere daha sarhoş olmak istiyordu… Günün uygunsuz saatlerinde kaçamak uyuduğu uykuları paylaşacak birini bulmuştu işte… Saatlerce konuşabilecek, aynı sigara paketinden içecek, olmadık saatlerde telefonunu titretecek o mavi düşe yaklaştığını sandı kadın. Şimdi kumlara uzanabilirdi, o bildik şarkıyı ruhuna doldurabilir, ruhuyla sevişebilir

MAVİ

Resim
Aslında her şey birisinin gözlerinde gördüğün ışıkla başlar, ardından dünyanın şiirini yeniden yazabileceğini sanırsın ama nafile sonunda hep biraz daha fazla zırh kalır üstünde. Fazla sevmemek için bir tane… Yara almamak için bir tane… Düşmemek için, üşümemek için, gülebilmek için birer tane daha… Yıllar böyle gelip geçer aslında. Sen o şanslı eli oynayanlardan değilsindir. Kendin olmak için çıktığın yolda aslını ararken bulursun ruhunu bir anda. Şimdi zar atma zamanıdır. Daha çok gülümsemek için bir zar, sevebilmek için iki zar. Şans ya bu, belki 6- 6 düşer bir yerlerden.  Aşk, son zamanlarda nadir bulunan bir gece elbisesini giyecek bir yer bulmak gibi. Elbiseyi bulmak zor, giyecek doğru etkinliği bulmak ondan da zor. Şatafatlı bir şey seçtin yine, hangi davet istediğin dansı yaptıracak sana? Oysa sen 1960’lı yılların bir Fransız akşamında Edith Piaf dinlerken dans etmeyi hayal ediyordun. Gerçek her zaman farklı değil mi hayallerinden? Yine vakitlerden gece, müziklerin F

SANA

Sana aşık oldum sanıyorsun değil mi? Aşk! Hani şu insanı başka diyarların varlığına inandıran aşk! Yanılıyorsun! Ben senin hiç bilmediğin coğrafyalarda Bir çift yeşil göz uğruna canımı vermeye hazır günlerden geldim. Bir hastane odasında adını sayıkladığım bir adamın yokluğundan doğdum… Yeşil gözlerinden uçsuz bucaksız vadilere varırım sandığım Bir şiirle karıştırdım aşkı… Ben ilk öpücüğümü komadan uyandığım bir sabah vakti öldürdüm. O günden beri sevmem gündüz vaktini. Aşk! Karadenizin kıyısında Deli bir dalga olup Yüreğime yeniden vurduğunda Nefessiz kaldım. Sen beraber içilmiş bir sigara paketini 5 yıl saklamak nedir bilir misin? İşte ben aşkı öyle derin bir kuyuda bıraktım. “Beni hiç okumayacak” olan eşruh için bin satır eskittim. Şimdi diyorsun ki “İstesem olurdu” İstesen olmazdı… İstesem olurdu… Sorsana bir daha aşka düşmek isteyen oldu mu? 14.03.2013 / 03:19

3 KADIN 2 ERKEK

Ben hep kalabalıktım, kalabalıkta kimsesiz bir ruh gibiydim… Çok severdim çevremi, Bir çiçeğin toprağa bağımlılığı gibi. Susuz yaşardım, yağmursuz yaşardım, onlarsız olmazdı… 5 kişiydik 1 evde. 5 kişi, kendi karanlığında… Marjinal gecelere günler doğururduk, kuralı bizim başucumuzda saklı… Beraber uyurduk Dostluğa yeni şiirler yazma derdimiz vardı Kimse tutunamaz, kimse barınamazdı… Sorsan bizi bizden fazla kimse anlayamazdı. Fırtına gibi günler… Kural tanımaz… Önüne kim çıksa sallamaz… Dağıldık. Hakan Günday’ın Piç kitabı gibi dağıldık… Ya bir sevgiliye koştuk ya da büyümeye… Dört duvar arasında olanlar, bizimle sonsuza gidemezdi biliyorduk O günden beri kısır benim sevmelerim… O günlerde uğruna şiirler yazılan bir can dost, kanı kanımdan bir kardeş, Gizli saklı bir sevgili, söylenenden çok sevilmiş bir dost kaybettim ben… Uyanıksam o sene, bir daha hep uyudum. Uyuyor idiysem bir daha hep uyanıktım… Sonra sokaklara

BUL BENİ İSTANBUL

Resim
Oysa konuşurduk biz seninle; sabah ezanında bitmemecesine, gündüze geceyi değişircesine konuşurduk, ölenler ölene, kalanlar tükenene dek… Ondandır saklayışım, son sigarayı, son şarkıyı, sabaha karışıp dağılmış o anıyı… İki kişilik yalnızlıklardan Tek kişilik sensizliklere boğduğum boğaz hala neden vurmaz sularını kıyılara? Şiirimi kaçtı gecenin? Seni mi kaçtı yüreğimin? O ağaç hatırlamaz mı koynunda sakladığım melodiyi? Biz daha çocuk denecek yaşlardayken, gecenin sarp kuyulara dalışını gördük oysaki… Melankolinin melun bir masumiyete sarıldığına şahit olduk… Sisli gözlerle geçmişe ağladık, geçmişin henüz geçmemiş olduğunu bilmeksizin. ve biz kalabalık yalnızlıklarda " yalnızım" diye bağırırken kalbimize görünmez hançerler sapladık. Şimdi suskunlukları susatma vaktidir. Şimdi devlerin masallarda kalma vaktidir. Yarın geliyor, şimdinin koynuna sarıla sarıla… Aşk gitti, dünün bıçağıyla kıvrana kıvrana… Bugün viskim İstanbu

AŞKSIZ

Resim
Rönesans zamanı hep söylediğim, unuttum sandığımda Neverland’da bulduğum bir melodi gibiydin aşk… İstanbul sokaklarında gezerken Paris’te Sein nehrinin kenarında okunmuş bir şiir gibiydin… Geceleri sihirli değneğiyle büyüleyen bir büyücü gibi, gündüzlere ışıktan elbiseler giydiren bir modacı gibi, kalbi simya ile altına çeviren bir simyacı gibiydin… Seni nerede kaybettiysem, orada kendimi arıyorum şimdilerde… Eski bir şiirde, melodisi güçlü bir şarkıda, başka bir dilde, rüya diyarlarında kendimden bir parça arıyorum. İnsanlara hayali elbiseler giydiriyorum. Bir çocuk “Kral Çıplak” diye bağırana kadar mutlu olacağım bir dünya yarattım kendime. Kırmızı ojeler sürdüm aşka gidemeyen ayaklarıma isyan edercesine. Seni bulup da kaybetmemi sağlayan her sokak taşına bir şiir bırakıp kayboldum sandım, arkama işaret bıraktığımı bile bile. Ağlamadım, susamadım, kayalıklara öykündüm denize inat.   Güne küstüm, yazıya küstüm, güçsüzlüğüme küstüm de inadına gülümsedim. Gökyüzüne bakma