İSTANBUL DEYİNCE


2010 yılı da eski yıllar arasına karışmaya hazırlanıyor. Yeni bir yıl geliyor tekrardan ve bu şehir giyiniyor, süsleniyor. Sokaklarda ışıklar yalancı şarkılar söylüyor. Umut var bugünlerde; her şeyin değişeceği, hayatın yenileneceği, rüyaların gerçek olacağı umuduyla dolup taşıyor insanlar.

İstanbul’da belli bir gelir düzeyinde olanlar unutuyorlar şehrin çirkin taraflarını, yoksulluğunu, karmaşasını, yıkıntılarını ve İstanbul yeniden bir masala dönüşüyor.

Benim için ayrı bir özelliği var bu ayların. Ben sadece yeni yılı kutlamıyorum. Yeni bir yaşın heyecanını ve bir yaş daha büyümenin neşesini dolduruyorum içime.

Geçen sene yılbaşından bir gün önce yani doğum günümde Şanzelize’de yürüyordum. Ertesi Gün de Lahey’deydim. O caddelerde insanların kutlamalarını izlerken anladım ki gerçekten de bir masalmış İstanbul! Hiçbir dilde söylenemeyecek kadar güzel, tutkulu ve hayat doluymuş.

Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dediği gibi başlıyor her şey;

“İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş…”

İstanbul deyince aklıma hayat gelir; bizi büyüten, kişiliğimizi veren, aitliğimizi hissettiren hayat… Böyledir işte İstanbul’da yaşamak ve İstanbullu olmak. Ondan pir parça olursun. Sadece orada yaşayanların anlayacağı yeni bir dil edinir onunla konuşursun. Başka bir şehir de aynı olmaz hiçbir şey, bu şehrin masalını yaşamayan bilmez.

İstanbul deyince aklıma boğaz gelir; sessiz ve sakin gibi duran ama içten içe derin bir hızla akan Marmara Denizi gelir aklıma. İki tarafını çeviren kara parçalarına tutsakmış hissi veren denizin gizli gücü gelir aklıma.

Salaş restaurantların denize bakan yüzleri gelir İstanbul deyince aklıma.

Bahar aylarında erguvan ağaçlarıyla mosmor bir rüya gibidir İstanbul ve haşmet gelir İstanbul deyince aklıma. Saray gelir. Laleler gelir.

Ardından dostlar gelir İstanbul deyince aklıma…

Nişantaşı ve Caddebostan’ın parıltısı, Taksim’in takmış takıştırmış hali gelir İstanbul deyince aklıma.

Sultanahmet’te tarih, Laleli’de 547 yıllık okulum, Kuruçeşme’de gece eğlenceleri…

İstanbul deyince aklıma küçük bir çocuk gelir; Annesinin memleketine gelmiş çok büyüdüm sanmış… Parça parça değişmiş…

İstanbul deyince aklıma kapalı çarşı gelir; bin bir çeşit süs ve altın… Mısır çarşısını hatırlarım sonra çeşit çeşit, renk renk baharatları, tatlıları… Unutmadık Osmanlıyı…

İstanbul deyince aklıma küçük çocuklar gelir; İçki içenlere mendil satan çocuklar… Arabaları durdurup gül veren Çingeneler gelir aklıma İstanbul deyince…

İnsanlar gelir aklıma ardından; Maskeli balo’nun soyluları… Yenikliğinden güçlü olmuş çehreler… Hepsinin kalbi kırık, hepsi boş vermiş, bir korkuya denk gelir kaçmaları ve bir tatlı sohbete bakar anlatmaları… Anlayamazsınız onları hepsinin hikayesi ayrıdır. Kimisi fazla yalnızdır, kimisi fazla vazgeçmiş… Ama hepsi saklar kalbini koynunda… Bir sıcak ele muhtaç geceler yaşanır bu şehirde…

Neşeye boyanmış duvarlar gelir aklıma İstanbul deyince; içlerinde kimlere küsülmüş, kimlere hasret kalınmış bilinmez. İnadına parıldayan evlerle süslüdür İstanbul…

İstanbul deyince aklıma bir grup arkadaş gelir; yalnızlıklarını birbirleriyle paylaşmış, kendi günahlarında kendileri kavrulmuş…

Bir vapur gelir aklıma artık herkesin binmediği… Vapurda bir kalem satıcısı konuşuyor da konuşuyor… Gemide, otobüste, tramvayda, metroda cep telefonlarının kulaklıklarında müzik dinleyen insanlar gelir aklıma; kulaklarını tüm dünyaya tıkamış…

Beyoğlu’nda bir grup insan! Bağırsalar sesleri duyulur sanırlar. Ellerinde afişler yürürler İstiklal Caddesi’nde. İstanbul deyince aklıma onların savaşı gelir.

İstanbul deyince aklıma yalancı aşklar gelir; bir gecelik sevdalara inandırılmış kalbi parayla atan ruhlar gelir aklıma…

Ama en çok da bir masal gelir aklıma İstanbul deyince ve işte o an katılırım şaire. Çünkü İstanbul koynuna giren herkesi büyüleyecek kadar güzel ve cazibeli bir kadındır. Hiçbir kadın yoktur ki onun sevdasıyla hayatından vazgeçmesin ve hiçbir erkek yoktur ki onun aşkıyla hayatını tüketmesin. Dünyanın hiçbir ülkesinin hiçbir şehri onun kadar güzel olamaz. Hiç birinin insanları bu şarkıyı söyleyemez. Hiçbir kentin insanları içten içe ağlarken bu kadar gülümseyemez. Çünkü hiçbir kent kadın değildir. Hiçbir kent bilmez dans etmeyi ahalisiyle.

Bu sene yeniden bu şehirde yeni bir yıla gireceğim. Ben ve benim gibilerle beraber güzel türküler söyleyeceğim. Söylenmiş ve söylenecek yalanlara yüz çevirip içimdeki çocuğun düşlerini dileyeceğim. Yeni yılda yeniden unutacağım İstanbul’un içimdeki o muhteşem ve zehirli dansını…

Hepinize iyi yıllar.

Dekorasyon Dünyası Dergisi / Sayı 2.
http://www.dekorasyon-dunyasi.com/



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAHRAN’DA İKİ GÜN

SİRİUS

EYLÜL BAKIŞLI KIZ