BİR DE SİZ DENEYİN

Yazmalıydım. Ama nereden ve nasıl başlayacaktım? Kimi nerede ve nasıl anlatacaktım? Yada neyi? Aşkı yaz diyorlar bana! Doğru ya en iyi bildiğimi sandığım şey. Karşılıksızın her türlüsünü anlatabilirim sanırım. Günahlarını, borçlarını, yıkımlarını, rüyalarını… Yazabilirim sanırım… Şu anda benliğimde hissedemesem de yazabilirim… Ama ben yinede başkalarına veriyorum ilk anlatıları. Belki de benimle yaşayan başkalarına. 

    Bunları yazan ben değilim, o küçük altın kalpli kız. Ne mi diyor? Aşk vücudunun en tenha yerine kadar titremesidir. Saklambaç oynarken ebe olmaktır. Saklananları bulmak kadar heyecanlı. Ama hep biri bulunamadan annem eve çağırır.” Geç oldu artık kızım hadi yat uyu”. Yarın nerde saklandığını sorduğumda hiç söylemez bulamadığım. Ama yinede ben arkadaşlarım ve oyunlarımız olmadan yaşayamam ki! Bazen pikniğe gideriz ufak bir dere geçer ormanın içinden.Akarken üzüntülerimi de alacağını hissederim.Hiç tanıyamadığım doğaya bakar onun kadar sade olabilmeyi dilerim. Kuşlar daha bir farklı görünür gözüme acaba derim var mıdır onlarında bir bekleyenleri? Ben büyüdüm diye bağırmak isterim ama kimseye söylemesem de hep bilirim hala çocuğum…

    Böyle anlattı o küçük kız aşkı bana. Seneler sonra yeniden sordum. Saklambaç oynamıyordu artık. Piknikleri de sevmezmiş. Nedir dedim aşk? Cevap verdi;

     Aşk soluksuz yaşamaktır. Oksijene bu kadar ihtiyaç duyarken yokluğunu neden bu kadar özlediğimi hala anlayamadım. Karadenize benzetirim aşkı. Çok sevdiğim kayalıklara oturur ve böyle heybetli ve güçlü bir şeyin de nasıl yenilebildiğini düşünürüm. Nasıl olabilirde istediğini öldürüp istediğini beslerken bu kadar direnebilir kayalıklara? Yada her gün içindeki hırsı vururken kayalıklara bir gün nasıl sarılabilir gördüğümü bile bile. Aşkın en büyüğü deniz,kayalıklar ve dolunay üçlemesindedir. Tam bu dünyaya ait. Deniz aşıkken kayalıklara onlar yaşlarının verdiği olgunlukla kapamışlardır yüreklerini… Asırlardır her ikisi de mücadelesine devam eder. Biri sevmeyeceğim derken diğeri hep sevmelisin sende benim gibi der. Oysa mağrur ve yalnız dolunayı kimse görmez. Neden arada saklanıp durduğunu ve geldiği zaman nasıl da denizi kandırabildiğini kimse görmez. Dolunay en içli aşıktır tanıdığım.Asırlardır denizi sevdiği halde onu hep tam kavuşacakken kaybeder. Çünkü anlatamamıştır ona kayalıkların kalbi olmadığını… Kalbin güç demek olmadığını. Anlatamamıştır ona bu kadar parlak ve güçlü görünürken nasıl da yapayalnız olduğunu ve yedirememiştir gururuna sana ihtiyacım var demeyi. İşte bu yüzden yıllardır asi deniz asiliğiyle kapadığı güçsüzlüğünü kayalıklarda ve mağrur dolunay parlaklığıyla kapadığı yalnızlığını hep kalabalık sandığı denizde arar. Kayalıklar mı? Onlar hiçbir şeyin farkında değildir çünkü güçlü olmanın getirisi hep yalnız olmaktır sevmeyi çoktan unutmuşlardır.

     İnsan her gün yeni bir şeyler öğrenir ve hep büyümesine devam eder. Ama yinede bence büyüdüler o küçük kız ve o genç kız. Hazır hepsi hala içimdeyken soruyorum kendime nedir aşk?

    Evet hala soluksuz kalmayı özlüyorum ama kalabilecek kadar çocuk değilim. Hala karadenizin ruhum olduğuna inanıyorum ama belki de dolunay olmaya başladım.Çünkü bu asiliği yaratabilecek kadar toy değilim. Karşılıksıza direnebilecek kadar umutlu da değilim Belki o kadar zamanım yoktur ne dersiniz? Tek dileğim kayalıklara benzememek bu kadar gücü istemiyorum. Onların aşkını rüyalarımda bıraktım bakalım gerçeklere.

    Aşk sevmediğin ama yapman gereken sorumluluklarını yerine getirebilmen için sana adanmış manevi bir güç… Umutlarını yitirmemeni anımsatan ufak bir mutluluk dalgası ve gözlerinde kaybolabildiğin biriyle aynı yolda elele yürüyebilmektir. Düşen bir çocuğu koşup kaldıracak kadar duyarlı olabilmek ve yaşlandım diye ağlayan bir teyzeye hala güzel görünebildiğini söyleyebilmektir. Sokaklarda nedensiz yere bağırabilmek.Bir günlüğüne de olsa çocuk olup isyan edebilmektir. Tadını bilmediğin yemekleri yiyebilmek,hiç görmediğin ülkelere gidebilmektir. Zaman alışkanlıklarıyla geliyor ve bizi bırakın evimiz önümüzde duran selvi ağacı için bile yerimizde kalma dürtüsüyle doldurabiliyor. Bir günlüğüne de olsa vazgeçebiliyorsam alışkanlıklarımdan,gidebiliyorsam daha önce sevmediğim bir sokağa ve bırakabiliyorsam kendimi derin uykulara aşığım demektir… Ama en önemlisi korkuyorsam kaybetmekten çocukluğuma yakınım ve hala büyümemişim demektir. Hangisi doğrusu ben hala bulamadım Bir de siz deneyin…
                                                                                                   (29.10.03-00:31)

NOT : Çok eskiden yazdığım, ilk kez bir yerlerde yayınlanan ve sonralarda devam ettiğim bir yazım...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAHRAN’DA İKİ GÜN

SİRİUS

EYLÜL BAKIŞLI KIZ