EYLÜL BAKIŞLI KIZ


 

           Sakin bir gece, dışarıda çıt yok. Sürekli seslenen O’ndan başka kimse konuşmuyor. Bir türlü oturtamadım şeklini bu odanın. Kitaplığı nereye koysam bir eksiklik var. Nereye yaslansam bir hüzün çöküyor içime. Hangi saati takarsam takayım yılın bir günü duruyor. Sonraki günler mi? İsyan eder gibi sanki çalışmaya hep acı bir tik tak. Benzemiyor bu odanın saatleri başka saatlere. Dünyanın bir ucundan getirsem yine aynı bezginlik yada hüzün. Henüz koyamadım adını nedir bu acı ritim. Anlatamıyorum kimseye anlamazlar ki. Nasıl olur da saatler odanın ruhunu taşır. Ben mi? Ben sürekli durgunum. Ne zaman aşık olduğumu düşünsem; O kalbimi şüpheyle dolduruyor. Başımı nereye yaslasam bir kız gözlerimin önünde. Eylül gibi bir kız…Bana sonbaharı hatırlatıyor. Eski püskü kitap dolu bir odada, sallanan bir sandalyede, suskun, gökyüzüne bakıyor. Acılı diyorum ama soracak cesareti vermiyor insana. Yeşil gözleri o kadar koyu ki sanki boşluğa bakıyor. Esmer teni oda kadar loş. Uzun, düz, siyah saçları, yarı toplu yarı dağınık dökülüyor  öylesine omuzlarına. İsyankar desem değil,güçsüz desem değil, belki biraz yorgun,belki de solgun ama kesinlikle suskun. O kız gözümün önüne  ilk geldiğinden beri onu arıyorum her yerde. Sormak istiyorum, gücümü toplayıp sormak; neden gelir ki düşlerime.O inanmayacağım varsayımlar yapıyor.

Bu kentte geceleri partilere gidilir,arkadaşlarla dans edip çılgınlar gibi içilir ve dışarıda hep gülünür. Resimlerimiz var mutlu,geleceğe dair umutlu,pırıl pırıl.. Ne zaman bir resim asacak olsam duvara ifadeleri değişiyor resimdekilerin. Olmadı düşüyorlar zaten. Bir gün kendimi odanın ortasında oturmuş bütün resimleri duvarlara asıp bakarken buldum. Özelliklede kendiminkileri. Bak sevdiğim adamın gelmediği doğum günü partisi resimde bir dosta sarılmış gülüyorum. Duvara uzandım resmi yapıştırdım. Bir anda değişti; dostumun omzundayım ve ağlıyorum. Doğru hep zoraki gülmüştüm o gün. Şimdide elim annemin düğünümdeki neşeli fotoğrafına gidiyor, asıyorum, sinirli bir ifade alıyor. Ne garip bu evliliği hiç onaylamamasına rağmen düğünde hep gülümsemişti.Cidden yalan mıydı? Aa geçen sene boşandığım eşim düğün fotosunda bu kadar neşeliyken duvarımda nasılda endişeli?Yoksa evlenirken kararsız mıydı?  Sadece saatler ve fotoğraflar olsa keşke bu odanın esrarı.Ya perdelere ne demeli? Durmadan savrulup duran tül perdelere. Oysa bugün hiç rüzgar yok. Solan çiçekler? Her gün sulayıp bir türlü yeşertemediğim çiçekler keşke diliniz olsa da sorsam nedir bu isyan?

Bugün gene daldım başımı yastığa yaslar yaslamaz ve sonra kendimi bu odaya çok benzeyen o oda da buldum kız birisine mektup yazıyor bir ifade var yüzünde ama çözemiyorum. Ne istiyor ya da ne anlatıyor  bir türlü çıkaramıyorum. O yine anlamsız anlamsız konuşuyor. Size hiç anlatmadım O’nu. O benim hep duyduğum bir ses kimi zaman yıldız olduğunu ve dünyadan bir tek benimle irtibata geçtiğini söyler.Kimi zaman çok görmüş geçirmiş bir ölünün ruhu olduğunu ve duvarların içinde yaşadığını. Ama bilmiyor bu odanın esrarını. Tek yaptığı beni sürekli çok da istekli yapmadığım işlere sürüklemek. Bırak şu kızı da gez, ya da git biriyle akşam yemeği ye gibi. O’na sinir oluyorum ama her nedense her dediğini yapıyorum. Eşim onu çok severdi tabi ondan bahsetmediğim zamanlarda. Yani bana yaptırdıklarını severdi. Şu kıza ise gıcık olurdu.O yüzden bende ona gıcık oluyorum. Hem ne diye anlatmıyor ki bana bu odanın esrarını.

Bu oda boğuyor beni… Sıkıldım. Sürekli o ses tik tak tik tak. Çok bana bu! yeter artık saatlerle kavga ettiğim yeter. Son duvar saatim bahçeye çok yakıştı. Düşüşünün bile sesi rahatsız edici. Niye fotoğraflar ikide bir surat değiştiriyor değiştirin şunları. Çıkartın. Hele sen susar mısın artık. Son beş senedir bu sesi duymaktan bıktım. Sus. Öl diyor bana niye öleyim ki? Bir sorun mu var? Hayır! Hayır sus artık! Sus sus sus…

Gazeteci kız psikolojik araştırmalarını yapıyordu. Yeni yazı dizisi; “Hayalleriyle yaşayanlar”. Gözüne bir annenin hikayesi takılır; “Kızım odasının bir ruhu olduğuna inanıyordu.Ne yaparsak yapalım şeklini beğendiremiyorduk. Beş sene önce bir trafik kazasında gözlerini ve yürüme kabiliyetini yitirdi. Sürekli konuştuğunu söylediği birisi vardı.Garip bir düşünce ama onun kazadan önceki kendisi olduğuna inanıyorum. Sanki kaza ruhunu da çalmıştı ve durmadan onu geri istiyordu. O sesin eşliğinde artık asla yapamayacağı şeyleri yaptığına inanıyordu. Bir cluba gidip dans etmek gibi.” O söyledi anne!” diyip yaptıklarını anlatıyordu. Tabi ki bir de durmadan o gördüğü kızı. Kız tahmin ettiğiniz gibi kendisi değildi. Kendisi, sarışın, mavi gözlü, dalgalı saçlı, neşe saçan, eylülden çok mayıs gibi bir kızdı. Şimdilerde kazayı hatırlıyorum. Tam beş sene önce bu eve taşınmamızın üçüncü  senesinde  oldu. Bu oda gerçektende saatleri her sene 5 mayısta durduruyordu. Kızım buna tesadüf derdi.Oysa tam da üçüncü 5 mayısımızda o kaza oldu. Kızım tarif ettiği kız gibi oturmaya başladı odasında ve sanki artık oda esrarını yitirmişti. Şimdide kızım inanır oldu esrara ve o tanımlayamadığımız, kendisi olduğuna inandığımız sese itaat edip son verdi hayatına.”

     Gazeteci şaşkınlıkla baktı yazıya. İnanılması oldukça güç. Olsa olsa şizofren bir vaka olabilir. Araştırmaya koyuldu. “Sandrine swatzcof” . O odaya gitti.Duvara bir saat ve resim taktı.  Bir ay yaşadı. Saat tam 5 mayısta tekrar durdu. Sesi duydu.Ses ona durmadan dinlenmesini söylüyordu. Ne garip yapmak istediği ve görmek istediği şeyler. Sonunda anlayabildi teknik bir açıklaması olmasa da bu oda karşıt ruhunu veriyordu insana. 5 mayısın anlamı hiçbir zaman çözülemedi.Fakat o odaya ne zaman kim gelse hep aynı şey oldu. Kör ve sakat sandrin’in önceki hayatına gitme çabası gibi gazeteci kız da hiç yorulmayan benliğinin dinlemesini arzulamıştı o odada. Tabi birde yalancı yüzlerin gerçekliğini görmüştü. Bu oda hala o kentte durur.Dünyanın dört bir yanından insanlar ellerinde fotoğraflarıyla gelir ve gerçek yüzlerini görürler. Bir de yapmak isteyip yapamadıklarını hissedip bir günlüğüne yaparlar. 5 Mayısta öldüğü düşünülen ve hiçliğinin orda olduğuna inanılan eylül bakışlı kız her sene o gün çiçeklerle anılır ve bir daha kimsenin yalancı yüzlere ve kayıplara yenilmemesi dilenir. Her gelen sandrine’in mezarına da bir çiçek sunmayı unutmaz.  


2004 civarı 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAHRAN’DA İKİ GÜN

SİRİUS