SAHNEDE BEKLEMEK

Biraz da beklemektir hayat. Güneşin doğuşunu, kozadan kelebeğin çıkışını, baharın ardından yazın gelişini, sevdiğinin güzel bir cümlesini, onsuzluktan ona varışı beklemektir. Beklemekle geçer ömür.


Yaşam devam ettikçe arzular bizi kovalamaya devam eder. İstedikçe bekleriz. Bekledikçe de isteriz. Hayat böylesine basit görünür uzaktan bakınca… Oysaki her beklenti bir öyküyle sevişir geceler boyu. İşte her şey de bu öykülerde saklıdır aslında. Bir kelebeğin kozayı delip çıkışındaki azim bizde de var mıdır? Uzak nedir? Ne kadar daha uzaktır düşümüz bize? Daha ne kadar beklenecektir hiç gelmeyen sevgili? Ne kadar daha peşinden koşulabilir bir düşün?

Beklediğimiz iş, düşlediğimiz adam ya da kadın, hep istediğimiz araba, yıllardır beklediğimiz terfi ne kadar daha uzaktır bize? Ya da yakınlar kime göre yakındır? Hayat bu tip beklentilerin ve mesafelerin ardına gizlenen tek kişilik bir oyundur aslında. Herkesin yatağına uzandığında yapayalnız izlediği tek kişilik bir oyunun filmidir hayat. Üstelik bu filmi izleyenler olsa dahi oyuncu hep tek başınadır. Tek başına oynar, tek başına heyecanlanır, sahnedekiler gerçek ruhu asla göremez.

Önemli olan sahnenin ne kadar dolu olduğu değil, kimlerin çiçek sunduğudur aslında. Tek kişi tarafından, olabildiğine yalnız bir şekilde, alkışlara aldırmaksızın sürer gider hayat. Perde kapanır, yeniden açılır, alkış sesleriyle çınlar kulaklar… Zaman zaman da tek bir alkış sesinin bile olmadığı sahne içini acıtır oyuncunun. Nerde yanlış yapmıştır, nedir bu kalabalığa denk düşmeyen… Düşünceli, sessiz, sakin ve her zaman ki gibi mağrur izler perdenin kapanışını.

Yeni senaryolar gelir akla. Yeni gözlemler edinilir, bambaşka bir sahne açılır. Bu sefer ki hiç son bulmayacak denir. Oysaki sonsuz bir sahne yaratılmamıştır. Bir son vardır ve beklenen hep hayranlık olsa da zaman zaman perde son kapanışını sükûnet içinde gerçekleştirebilir.

İşte hepimiz ömrümüzü hayat tiyatrosunda ki rolümüzü en iyi şekilde sahnelemek üzerine kurarız. Kimimiz sahnenin en iyi komedyeni olmak ister. Ağladığını hiç görmesinler, onu hep gülerken hatırlasınlar diye didinir durur. Kimisi trajedileriyle göz yaşartırken, sinsi beyniyle acınarak sevilmeye soyunur. Bazıları ise hiçbir zaman ikinci kişi olmak istemez. Onlar her zaman sahnenin en önünü kaplarlar ve onlar için hayat alkış sesleri olmadan yaşanmayacak kadar sıradandır. Oysa zaman zaman alkışlar da mutlu etmez onları çünkü onca el arasından tek bir çift elin coşkulu alkışı için alırlar sahnede yerlerini her gün yeniden ve yeniden… Onların düşü o bir çift elin coşkusunu görmek ve sahneye unutulmaz bir vedayla son bir kez eğilebilmektir.

Figüranları da unutmamak gerek tabi… Onların aşkı sahneler değildir. Hiçbir zaman sahnenin Juliet’i olmak istemedikleri gibi, hayat kadar şaşalı düşleri de hiç olmamıştır. Olağanüstü bir iş değil karın doyuracak bir şeyler tatmin duygusunu doğurur zaten onlara göre. İyi bir eş, kendine ait bir ev daha fazla ne istenebilir ki şu hayattan… Hayat sahnesinin en trajik oyuncuları olmaktan çok uzaktır figüranlar.

Başrol kimdeyse inişler ve çıkışlar da onundur. Doyuramaz şimdi hiçbir şey. Yeteneğini bilen ve ona inanan kişi, inancı doğrultusunda düş kurar. Kendine inandığı kadar çok hayallerine de inanır. İşte bu yüzden kalabalıklar istenen olmaktan öteye gidemez. Yalnızlıklarsa beklenen olmaktan öteye varamaz.

Hayat tiyatrosunun görkemli sahnesinde kimi oynamayı dilerdiniz? Bir çocuk oyunun yaramaz köpeğini mi? Ağaç şeklinde bir dekoru mu? Yoksa yazılmış en iyi senaryonun unutulmaz başrol karakterini mi? Ne seçerseniz ona göre anlam bulacaktır “beklemek”… Olabilirliği mümkün olanı beklemek ya da olmayacak deneni beklemek. Seçim size kalmış… Yaşamınız sizin, en az ölümünüzün sizin olduğu kadar. Perde, herkes için elbet bir gün kapanacak. Ama siz neyi bekliyorsunuz? Alkışların sesinde bulduğunuz huzur hangisi? En önemlisi de bu kadar provaya dayanıp o ölümsüz sahneye unutulmaz bir şekilde varabilecek kadar gücünüz var mı? Kim bilir belki de sahne de bir dekor olmak daha beklentisiz ve daha az sıkıntılı olacaktır. Ne de olsa Shakespeare, sevgili “Romeo ve Juliet” inin sahnesinin hiç kapanmayacağını bilemezdi öyle değil mi? Her ne yaparsanız yapın alkışlar sizindir.

(Bosphorus Sanat Gazetesi Eylül 2010)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TAHRAN’DA İKİ GÜN

SİRİUS

EYLÜL BAKIŞLI KIZ