BUL BENİ İSTANBUL
Oysa konuşurduk biz seninle;
sabah ezanında bitmemecesine,
gündüze geceyi değişircesine
konuşurduk,
ölenler ölene,
kalanlar tükenene dek…
Ondandır saklayışım,
son sigarayı,
son şarkıyı,
sabaha karışıp dağılmış o
anıyı…
İki kişilik yalnızlıklardan
Tek kişilik sensizliklere
boğduğum boğaz
hala neden vurmaz sularını
kıyılara?
Şiirimi kaçtı gecenin?
Seni mi kaçtı yüreğimin?
O ağaç hatırlamaz mı
koynunda sakladığım melodiyi?
Biz daha çocuk denecek
yaşlardayken, gecenin sarp kuyulara dalışını gördük oysaki…
Melankolinin melun bir
masumiyete sarıldığına şahit olduk…
Sisli gözlerle geçmişe
ağladık,
geçmişin henüz geçmemiş
olduğunu bilmeksizin.
ve biz kalabalık
yalnızlıklarda "yalnızım" diye bağırırken
kalbimize görünmez hançerler
sapladık.
Şimdi suskunlukları susatma
vaktidir.
Şimdi devlerin masallarda
kalma vaktidir.
Yarın geliyor, şimdinin
koynuna sarıla sarıla…
Aşk gitti, dünün bıçağıyla
kıvrana kıvrana…
Bugün viskim İstanbul
kokuyor be Sevgili.
Sarhoşsam sebebidir;
hiç olmadığım kadar bu
şehirli olabildiğime içmek.
Yalanına vurulduğum sen!
Gözlerimi kör edercesine
parlayan sen!
Başkalarının özendiği koynunda
uzanmak için,
bütün masumiyetlerimi nakit
ödediğim sen.
Adı İstanbul olan isli şehir!
Bul beni şimdi Arnavut kaldırımlı
sokağının kaldırım taşında.
Bul islerden çıkart beni, sonra da
“ İstanbul benim, o değil” de.
14.03.13 / 01:01
Yorumlar
Yorum Gönder